ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 20 (4)
Cilt: 20  Sayı: 4 - 2014
DERLEME
1.
Perkütan Kardiyak Girişimlerde Risk Skorlaması Nasıl Yapılmalıdır?
How to Make Risk Scoring In Percutaneous Cardiac Procedures?
Elvin Kesimci, Fevzi Toraman
doi: 10.5222/GKDAD.2014.189  Sayfalar 189 - 194 (1113 kere görüntülendi)
Sözlük anlamı tehlike, tehdit; şanssızlığa veya tehlikeye maruz kalma olan risk; gerçekleşmesini istemediğimiz bir olayın şiddeti ve onun meydana gelme olasılığının bileşkesidir. Risk değerlendirmesi, başarılı anestezi uygulaması yapmanın yanı sıra standart işlem rehberleri ve/veya protokollerinin geliştirilmesi için de hayati önem taşımaktadır. Risk tahmininde bulunarak hastalarımızı doğru bilgilendirerek, hasta onamlarının kalitesini arttırıp; onaylanmış risk modelleri ile hastaneler ve cerrahi işlemler arasında standardizasyonu sağlayabiliriz. Fonksiyonel ve kesin risk modeli iyi bir plan ve kaynakların doğru kullanımı demektir. Sonuçta risk skorları hastanın durumunu ve postoperatif mortaliteyi belirlemede objektif veri sunar.
Konvansiyonel cerrahi aort kapak replasmanı, semptomatik aort darlığı için standart tedavi olmakla birlikte, son yıllarda biyoloji, matematik ve teknolojinin elele vermesiyle ileri yaş ve çok sayıda komorbiditesi olan hastalar için perkütan transkateter aort kapak implantasyonu yeni bir tedavi seçeneği gibi gözükmektedir. Bu konuda en önemli problem; biyolojik riskin matematiksel hesaplamaya dönüştürülerek her hasta için bireysel olarak riskin belirlenmesidir. Bu derlemede; konvansiyonel kalp kapak cerrahisi için çok yüksek riskli hastaların, perkütan kardiyak girişimler için değerlendirilme sürecinde dikkat edilmesi gereken noktalar ve risk algoritmaları literatür, kanıtlar ve tavsiyeler doğrultusunda irdelendi.
Risk, which means hazard, danger, exposure to mischance or peril in dictionary; is a measure of probability by statistical chance of usually undesirable future occurrence. Risk stratification is of vital importance not only in carrying out day to day successful anesthetic practice; but is also essential for development of standard procedure guidelines and/or protocols. By risk scoring, the patients are well informed and thus patient consent forms are well qualified. Validated risk models provide standardization between hospitals and surgical procedures. A functional and accurate risk model means a successful plan and beneficial usage of sources. In this context, the use of risk scores gives us objective data to predict postoperative mortality and the patient’s situation.
In this review, specific points to take into considerations; in the evaluation period of patients who are assumed as high risk patients for conventional cardiac valve surgery and are thus candidates for percutaneous cardiac procedures, and risk algorithms are reviewed in the aspect of literature, evidences and suggestions.

DENEYSEL ÇALIŞMA
2.
Koroner Bypass Cerrahisinde Sevofluran ve Desfluranın Miyokardiyal Koruma Üzerine Etkilerinin Propofol ile Karşılaştırılması
Effects of Sevoflurane and Desflurane on Myocardial Protection in Comparison with Propofol in Coronary Bypass Surgery
Esin Erdem, Belkıs Tanrıverdi, Dilek Ceyhan
doi: 10.5222/GKDAD.2014.195  Sayfalar 195 - 201 (935 kere görüntülendi)
AMAÇ: Amaç: Bu çalışmanın amacı kardiyopulmoner bypass (KPB) cerrahisi uygulanacak hastalarda sevofluran ve desfluranın miyokard üzerindeki koruyucu etkilerini propofolün miyokard üzerindeki koruyucu etkileri ile miyokard hasarlanma belirteçleri kullanarak karşılaştırmaktır.
YÖNTEMLER: Etomidat 0.3 mgkg-1 ile anestezi indüksiyonundan sonra 0.1 mgkg-1 pankuronyum verildi. Anestezi idamesi Grup S: sevofluran (n: 20) %2-4, Grup D: desfluran (n: 20) %7-8 veya Grup K: propofol 50 µgkg-1 dk-1 ile sağlandı. Anestezi indüksiyonu öncesi, aort klempi kaldırıldıktan sonra, postoperatif 2. ve 24 saatte alınan kan örnekleri alındı. Tüm kan örneklerinden Troponin I, kreatinin kinaz (CK) ve kreatinin kinaz MB (CKMB) değerleri ölçüldü. Ayrıca aortaya klemp yerleştirildikten sonra, aort klempi kaldırıldıktan sonra ve protomin uygulaması sonrası alınan kan örneklerinde malon (il) dialdehit (MDA) değerleri ölçüldü.
BULGULAR: Gruplar arasında demografik veriler, greft sayısı ve KPB pompa süresi açısından istatistiksel yönden fark yoktu. Troponin I ve CK düzeyleri aort klempi kaldırıldıktan sonra, postoperatif 2. ve 24 saatte tüm gruplarda arttı. Ancak bu artış gruplar karşılaştırıldığında istatistiksel yönden anlamlı değildi. Yine MDA düzeyindeki artışlarda istatistiksel yönden anlamlı değildi. Tüm gruplardaki CKMB düzeyleri postoperatif 2. ve 24. saatte arttı ancak bu artış sevofuran grubunda desfluran ve propofol grubuna göre daha azdı.
SONUÇ: Sevofluran, desfluran ve propofol benzer kardiyak koruyucu etkiye sahiptir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to compare with myocardial protective effects of sevoflurane and desflurane and myocardial protective effects of propofol via markers of myocardial injury in cardiopulmoner bypass graft surgery (CPB).
METHODS: After induction of general anesthesia with etomidate 0.3 mg/kg, a bolus dose of pancuronium 0.1 mg/kg was administered. For the maintenance of anesthesia, patients received either Group S: sevoflurane (n: 20) at 2-4%, Group D: desflurane (n: 20) at 7-8 % and Group K: propofol 50 µgkg-1 dk-1. Arterial blood samples were obtained as follows: before induction of anesthesia, after aortic unclamping, at postoperative 2nd hour and 24th hours. Troponin I, creatine kinase (CK) and creatine kinase-MB (CKMB) values were measured in all obtained samples. In addition arterial blood samples were obtained after aortic unclamping, after aortic unclamping and after protomine infusuion, malonil dialdehyde (MDA) was measured.
RESULTS: No statistically significant difference was found among the groups with respect to demographic characteristics, number of grafts, CPB pump duration. Troponin I and CK levels of all groups were increased after aortic clamp placement, at postoperative 2nd and 24th hours. However these increases were not statistically significant. Also, there was no significant increase of MDA level measurements on all groups. Kreatinin kinaz MB levels of all groups were increased postoperative 2nd and 24th hours but this increase in sevoflurane group is lesser than in propofol and desflurane groups.
CONCLUSION: Sevoflurane, desflurane and propofol have similar cardioprotective characteristics.

3.
Lokal Anestezi ve Sedasyon Altında Yapılan Transkateter Aort Kapak Cerrahisi Hastalarındaki Anestezi Deneyimlerimiz
Our Anesthetic Experiences in Patients Undergoing Transcatheter Aortic Valve Implantation by Local Anesthesia and Sedation
Ali Çiftçi, Elvin Kesimci, Tülin Gümüş, Ezgi Erkılıç, Neşe Kurtulgu, Ayça Özcan, Orhan Kanbak
doi: 10.5222/GKDAD.2014.202  Sayfalar 202 - 208 (1425 kere görüntülendi)
AMAÇ: Transkateter aort kapak implantasyonu (TAVI) aort darlıklı, cerrahi riski yüksek hastalar için geliştirilen yeni bir tekniktir. Bu hastalarda ekip tecrübesi arttıkça lokal anestezi ve sedasyon genel anesteziye tercih edilebilir. Biz de bu çalışmada, lokal anestezi ve sedasyon altında gerçekleştirilen TAVI grubu hastalarındaki anestezik deneyimimizi paylaşmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Haziran 2011 ve Ocak 2014 tarihleri arasında semptomatik, ciddi aort darlıklı, lokal anestezi ve sedasyon altında TAVI işlemi uygulanan 72 hasta (40 erkek, 32 kadın, ortalama yaş: 77,4±8,7) retrospektif olarak anestezik açıdan değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama EuroSCORE değerleri 12, STS skorları 6,7 idi. Toplam işlem süresi 90 (30-250) dk olup sedasyon uygulama süresi 120 (65-270) dk idi. Sedasyon uygulanan hastaların % 16,7'nde genel anesteziye geçme ihtiyacı duyuldu. Yoğun Bakımda ve Hastanede kalış süreleri sırasıyla ortalama 2,5 ve 6 gündü. 30 günlük mortalite oranı % 9,7 idi. Toplam 6 hastada vasküler komplikasyon gelişti.
SONUÇ: TAVI, gerek işlemin kendisi gerekse de uygulandığı popülasyonun özelliği nedeniyle anestezistler için oldukça önemli zorluklara sahiptir. Anestezi yönetiminin temel amacı hemodinamik stabilitenin sağlanmasıdır. Transfemoral TAVI işlemi ile ilgili deneyimler arttıkça işlemin sedasyon ile başarılı bir şekilde yapıldığı, daha stabil hemodinamik parametreler ile daha az inotrop ve vasopressör ihtiyacı, endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilatör ihtiyacı ile hastanede yatış süresinde kısalma gibi pek çok avantaj sağladığı bildirilmektedir.
Sonuç olarak; kardiyak anestezistlerin TAVİ işlemi sırasında en güvenli ve etkili anestezi uygulamasıyla ilgili araştırmaları sürmektedir. Bu konuda işlemle ilgili tecrübelerin artışı ve teknolojik gelişimin hızlanmasıyla yüksek riskli hastalarda sedasyon ve lokal anestezi uygulamasının başarısının artacağı düşüncesindeyiz.

OBJECTIVE: Transcatheter aortic valve implantation (TAVI) has emerged as a new therapy in aortic stenosis patients with high operative risk. Advances in experiences might lead the choice of local anesthesia and sedation for these patients. We evaluated the perioperative anesthetic experiences of patients undergoing TAVI by local anesthesia and sedation.
METHODS: Seventy-two (40 male-32 female, with an average age of 77,4±8,7) symptomatic, aortic stenosis patients undergoing TAVI procedure by local anesthesia and sedation, between June 2011 and January 2014 were evaluated retrospectively in the aspect of anesthetic issues.
RESULTS: The mean EuroSCORE and STS values of patients were 12 and 6,7 retrospectively. The duration of the procedure was 90 minutes, while sedation time lasted 120 minutes. 16,7 % of the patients required to have general anesthesia. Length of stay in Intensive Care Unit was 2,5 days, while it was 6 days for hospital stay. Thirty day mortality rate was 9,7%. Six patients had vascular complications.
CONCLUSION: TAVI, applied in high risk population has many challenges for anesthesiologists by its own risks, also. Herein, the aim is to provide stable hemodynamics. By advances on transfemoral TAVI, it can be achieved under sedation with more stable hemodynamics, less inotropic and vasopressor agents, no endotracheal intubation or mechanical ventilation, thus shortens the length of stay in hospital.
In conclusion, research on safer and more effective anesthesia management has still being developed. As a result of these, success in sedation and local anesthesia applied to this high risk patient group will increase.


4.
Açık Kalp Cerrahisinde Malnütrisyon Oranları ve İlişkili Risk Faktörlerinin Araştırılması.
Investigation of Malnutrition Rates and Related Risk Factors in Open Heart Surgery
Hakan Bayır, Ümit Yaşar Tekelioğlu, Hasan Koçoğlu, Akcan Akkaya, Abdullah Demirhan, Murat Bilgi, Kemalettin Erdem, Bahadır Dağlar, İsa Yıldız
doi: 10.5222/GKDAD.2014.209  Sayfalar 209 - 214 (1039 kere görüntülendi)
AMAÇ: Yatan hastalarda malnütrisyon oranları hastane tipine ve hasta popülasyona bağlıdır. Malnütrisyonlu hastalar malnütrisyonu olmayan hastalara göre daha yüksek mortalite ve morbidite oranına, daha uzun hastanede kalış süresine, daha fazla ilaç kullanımına sahiptir. Çalışmamızda, hastanemizde açık kalp cerrahisi operasyonu geçirecek hastaların malnütrisyon oranlarını tespit edip, ilişkili risk faktörlerini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Elektif açık kalp cerrahisi geçirecek ASA II-III, 40-85 yaş arası 50 hasta değerlendirildi.NRS-2002 skoru ≥ 3, Vücut Kitle İndeksi (VKİ) < 18,5 kg/m2 ve serum albümin düzeyi < 3 g/dl bulgularından bir veya daha fazlasının olduğu hastalar malnütrisyonlu olarak değerlendirildi. Hastaların preoperatif yaşı, cinsiyeti, ek hastalık varlığı (DM, HT, KOAH), geçireceği operasyon türü kaydedildi. Ayrıca operasyon öncesi sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (LVEF) ve solunum fonksiyon testi (SFT) parametreleri (FVC, FEV1, FEV1/FVC), hemoglobin, hematokrit, lenfosit sayısı, albümin, CRP ve kolesterol düzeyleri değerlendirildi. Hastaların ekstübasyon zamanları, servis ve yoğun bakım ünitesinde yatış süreleri, yatış esnasında gelişen komplikasyon ve çeşidi kaydedildi. Hastaların taburcu oldukları gün solunum fonksiyon testleri tekrar edildi.
BULGULAR: Hastanemizde açık kalp cerrahisi geçirecek hastalarda % 20 oranında malnütrisyon saptandı. Malnütrisyon riski olan hastaların postoperatif entübe kalma süreleri, YBÜ ve serviste kalma süreleri malnütrisyon riski olmayanlara göre daha uzun, postoperatif komplikasyon oranları daha yüksek, preoperatif ve postoperatif FEV1, FVC, ve FEV1/FVC ortalamaları daha düşük saptandı. Fakat bulgular istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ayrıca fazla kilolu ve obez hastaların postoperatif YBÜ ve servis kalış süreleri daha uzun bulundu.
Sonuç: Sonuç olarak açık kalp cerrahisi hastalarında yüksek oranda malnütrisyon görülebilir. Malnütrisyonun bu hasta profilinde de postoperatif olumsuz etkileri vardır.

SONUÇ: Sonuç olarak açık kalp cerrahisi hastalarında yüksek oranda malnütrisyon görülebilir. Malnütrisyonun bu hasta profilinde de postoperatif olumsuz etkileri vardır.
OBJECTIVE: Rates of malnutrition in hospitalized patients may vary depending on the type of hospital and patient population. Malnourished patients have higher mortality and morbidity rates, longer length of hospital stay (LOS) and much more drug use than patients without malnutrition. We aimed to investigate rates of malnutrition in hospitalized patients undergoing open heart surgery and the associated risk factors.
METHODS: We studied 50 ASA II-III patients aged between 40-85 undergoing elective open heart surgery. Patients whose NRS-2002 score ≥ 3 and/or, Body Mass Index (BMI) <18.5 kg/m2, and/or serum albumin level <3 g / dl were evaluated as malnourished. Preoperatively patients’ demographic datas, preoperative left ventricular ejection fraction (LVEF), and values of pulmonary function tests (FVC, FEV1, FEV1/FVC), hemoglobin, hematocrit, lymphocyte count, albumin, CRP, and cholesterol values were recorded. LOS in intensive care unit and service, type of complications that occurred during hospitalization were recorded. Values of Pulmonary function tests were also obtained on the day patients discharged.
RESULTS: Malnutrition rate was 20 % in patients with open-heart surgery. Patients at risk of malnutrition had longer postoperative intubated time, LOS in ICU and in service, higher rates of postoperative complications and lower preoperative and postoperative FEV1, FVC, and FEV1/FVC values than those without risk of malnutrition. But these findings were not statistically significant. In addition, LOS in the ICU and service were found longer in overweight and obese patients than others.
CONCLUSION: In summary, a high rate of malnutrition can be observed in patients with open-heart surgery. Malnutrition has negative postoperative effects in these patients.

DERLEME
5.
Zor Hava Yolunda Çift Lümenli Tüp Uygulaması Deneyimi
Experience with Double Lumen Tube Application in Difficult Airways
Demet Altun, Nükhet Sivrikoz, Gülay Kır, Zerrin Sungur, Ali Emre Çamcı
doi: 10.5222/GKDAD.2014.215  Sayfalar 215 - 219 (2279 kere görüntülendi)
Videoskopik yardımlı akciğer ameliyatlarında tek akciğer ventilasyonu kesin olarak endike olup cerrahi işlemin konfor ve kalitesinin artırırken anestezi uygulanmasını komplike hale getirir. Bu zorluk tüplerin yerleştirilmesi, işlem esnasında yerlerini kaybetmeleri gibi fiziki sorunlardan tek akciğer ventilasyonu esnasında karşılaşılabilecek gaz değişimi problemlerine dek geniş bir yelpazeyi kapsar. Ayrıca anormal havayolu anatomisine sahip ve beklenen veya öngörülmeyen zor trakeal entübasyonlarda çift lümenli tüp yerleşimi son derece zor olabilir.
Bu olgu sunumunda videoskopik yardımlı akciğer ameliyatlarında planlanan zor havayoluna sahip üç hastada çift lümenli tüp yerleştirilmesi için kullanılan yöntem aktarılarak literatürdeki deneyimler gözden geçirilmiştir.
One lung ventilation is indicated for certain in videoscopic lung surgery while improving the comfort and quality of surgical procedure but complicate anesthesia. This problems cover wide range from physical problems as placement of the tube and losing their place to gas exchange problem during one lung ventilation. In addition, with abnormal airway anatomy and expected/unexpected difficult tracheal intubation with a double-lumen tube placement can be extremely difficult. In this case we were transferring experiences double-lumen tube placement during videoscopic lung surgery in three patients with expected difficult airway.

OLGU SUNUMU
6.
Bilateral Karotis Lezyonlu Hastanın Koroner Arter Bypass Greft Cerrahisinde Anestezi Yönetimimiz
Our Anesthetic Management in a Patient with Bilateral Carotis Lesions Who is Undergoing Coronary Artery Bypass Graft Surgery
Murat Aksun, Nagihan Karahan, Kamil Aşar, Ufuk Yetkin, Işıl Coşkun Musaoğlu, Naciye Pamukçu, Ali Gürbüz
doi: 10.5222/GKDAD.2014.220  Sayfalar 220 - 224 (1028 kere görüntülendi)
Karotis stenozu ile birlikte koroner arter hastalığı olan hastalarda uygulanacak cerrahi tedavi yönünden tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Her iki patolojinin aynı seansta düzeltildiği (kombine) operasyonu savunan merkezlerin yanında, stage tedaviyi uygulayan merkezler de vardır. Bu olgu sunumunda, ayrı seanslarda derin ve yüzeyel servikal pleksus blokajı uygulanarak yapılan bilateral karotis endarterektomi (KEA) ve sonrasında koroner arter baypas greft (KABG) cerrahisi uygulanan hastamızdaki anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
There is not a consensus in the surgical treatment in patients with carotis stenosis and coronary artery disease. There are some centers which defend the combination of coronary artery bypass graft (CABG) surgery and carotid endarterectomy (CEA) at the same time and also there are some other centers which apply stage therapy. In this case we aimed to report our anesthetic management in patient undergoing CEA with deep and superficial cervical plexus block and subsequently CABG in different sessions.

7.
Torasik Endovasküler Aort Tamiri Uygulanan Bir Kronik Tip B Aort Diseksiyonu Hastasında Transözofageal Ekokardiyografi'nin Yeri
Transesophageal Echocardiography in a Patient with Chronic Type B Aortic Dissection Treated with Thoracic Endovascular Aortic Repair
Hasibe Gül Baytan, Oben Baysan, Gülser Günaydın, Bilge Tuncer, Alper Tosya, Tahsin Edgüer, Tayfun Aybek
doi: 10.5222/GKDAD.2014.225  Sayfalar 225 - 228 (846 kere görüntülendi)
Torasik aorta anevrizması olan bir hastada, açık cerrahiye geçerli bir alternatif Torasik Endovasküler Aort Tamir yöntemidir. Aortik patolojinin daha iyi tanımlanabilmesi ve klavuz telin gerçek lumendeki yerinin doğrulanmasi, greft pozisyonunun teyit edilmesi, prosedüre bağlı komplikasyonların tespit edilmesi ve takip icin, CT ve MR yanında intraoperatif transözofageal ekokardiyografi görüntülemesi gereklidir. Bu nedenle bir anesteziyolog bu verilerin endovasküler ekibe sağlanmasinda önemli bir role sahiptir.
Thoracic endovascular aortic repair (TEVAR) is a viable alternative to open surgical repair in patients with descending thoracic aneurysm. Besides computerized tomography (CT) scanning and magnetic resonance imaging (MRI), intraoperative imaging with TEE is mandatory for better delineation of aortic pathology for confirming guide wire placement in true lumen, checking graft positioning, detecting procedure-related complications and follow-up(1). Therefore, an anesthesiologist has an important role in providing these data to the endovascular team.

8.
Yoğun Bakım Ünitesinde Ultrasonografi Eşliğinde Yapılan Radial Arter Kanülasyonu: Olgu Serisi
Ultrasound-guided Radial Artery Cannulation in Intensive Care Unit: Case Series
Ümit Yaşar Tekelioğlu, Abdullah Demirhan, Tarık Ocak, İsa Yıldız, Hakan Bayır, Adem Deniz Kurt, Hasan Koçoğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2014.229  Sayfalar 229 - 231 (1045 kere görüntülendi)
İntra-arteryel kateterizasyon, yoğun bakım hastalarında arter kan gazı analizi, kardiyak atım ve kan basınç ölçümlerinin takibi amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle inotropik ajanların uygulandığı hastalarda rutin olarak kullanılmaktadır. Kanülasyon işleminin kolaylığı ve kollateral dolaşımın yeterli olması nedeniyle sıklıkla tercih edilen arter, radiyal arterdir. Girişim sırasında başarısızlık ve komplikasyon riski yüksektir. Kateterizasyon işlemi, periferik nöropati, serebral embolizasyon gibi morbidite ve mortaliteyi artırıcı komplikasyonlara yol açabilir. Kateterizasyon işleminin, ultrasonografi [USG] eşliğinde yapılması, hem olası komplikasyonların önüne geçilebilmekte, hem de işlem başarısını artırmaktadır.
Bu yazıda yoğun bakım hastalarında, USG eşliğinde gerçekleştirdiğimiz, radiyal arter kateterizasyon işlemini sunmayı amaçladık.
Intra-arterial catheterization is used for continuous pressure monitoring and blood gas analysis in intensive care units. Especially it is used routinely in patients that take inotropic agents. Radial artery is frequently preferred because of adequate collateral circulation and easy cannulation. During this procedure, complication and failure risk is high. Catheterization may lead to complications such as peripheral neuropathy and cerebral embolization which can increase morbidity and mortality. Ultrasonography [USG] guided arterial cannulation can prevent potential complications with an increased success. In this report, we aimed to present the USG- guided catheterization of radial artery in intensive care patients.

9.
Kardiyak Cerrahi Geçiren ve Monoamine Oksidaz İnhibitörü Kullanan Parkinson Hastasında Fentanil Reaksiyonu
Fentanyl Reaction in a Parkinsonian Patient Receiving Monoamine Oxidase Inhibitor while Undergoing Cardiac Surgery
Tülün Öztürk, Cengizhan Çıkrıkcı, Funda Yıldırım, Adnan Taner Kurdal, Melek Çivi
doi: 10.5222/GKDAD.2014.232  Sayfalar 232 - 235 (1216 kere görüntülendi)
Monoamino oksidaz inhibitörleri kullanan hastalarda kardiyak cerrahi yapılması durumunda bu ilaçların fentanil ile ortaya çıkabilecek etkileşimi yüzünden fentanil kullanımı tartışmalı bir konudur. Bu olgu sunumunda, monoaminooksidaz tip B inhibitörleri (rasajilin) ile birlikte selektif serotonin reuptake inhibitörü (paroxetin) de almakta olan, 57 yaşında, 45 kg. kadın hastada, mitral yetmezlik nedeni ile mitral kapak değişimi cerrahisi sırasında fentanil ile ilaç etkileşimi tanımlanmıştır. Anestezi ve cerrahi normal seyrederken, kardiyopulmoner baypasın ısınma ve kalbin uyanması sırasında, hızlı ventriküler yanıtlı supraventiküler taşikardi, hipertansiyon, terleme, kızarma ve hipertermi gözlendi. Kardiyoversiyon ve beta bloker tedavisi ile taşikardi kontrol edildi. Isı, pompa aracılığı ile 37 oC de tutuldu. Fentanil infüzyonu kesildi. Hemodinamik stabilite sağlandıktan sonra kardiyopulmoner baypasdan ayrılındı. Toplam fentanil tüketimi 2,8 mg idi. Parkinson tedavisine post operatif 1. gün yeniden başlandı. 7. gün taburcu edildi.
Use of fentanyl is a controversial issue because of possible adverse drug interactions in patients using monoamine oxidase inhibitors during cardiac surgery procedure. In this case report we described a drug interaction with fentanyl in a parkinsonian patient who was 57 years old, 45 kg weigh and required mitral valve replacement surgery while he was taking a selective inhibitor of monoamineoxidase type B (Rasajilin) with selective serotonin reuptake inhibitor (paroxetin). Despite anesthesia and surgery was continued normally, supraventricular tachycardia, hypertension, sweating, flushing and hypertermia was observed during warming of the heart and the weaning period of cardiopulmonary bypass. Tachycardias were treated by cardioversion and beta blocker therapy. The temparature was controlled at 37 oC by using pump perfusion. Fentanyl infusion was discontinued. After hemodynamic stability was achieved, cardiopulmonary bypass was terminated. Total fentanyl consumption was 2,8 mg. Parkinson’s therapy was resumed at the first day postoperatively. Patient was discharged at the 7th day.

10.
Yehova Şahidi 2 Olguda Kan Transfüzyonu Yapılmadan Kardiyak Cerrahi Ve Anestezi
Cardiac Surgery and Anaesthesia Without Blood Transfusion in 2 Jehovah’s Witness Patients
Muharrem Koçyiğit, Elif Akpek, Ahmet Ümit Güllü, Şahin Şenay, Cem Alhan
doi: 10.5222/GKDAD.2014.236  Sayfalar 236 - 240 (1241 kere görüntülendi)
Kardiyak cerrahi; majör bir cerrahi olması, kardiyopulmoner baypas kullanımı ve yönetimi, postoperatif zorlu bakım süreci, cerrahi revizyon olasılığı düşünüldüğünde kan kaybı ve kan transfüzyon oranlarının yüksek olduğu bir uygulamadır. Amerika’da kardiyak ameliyatların, ulusal kan desteğinin %10-15’ini tükettiği gösterilmiştir. Bu durum günümüzde kompleks ameliyatların çoğalması ile daha da artış göstermektedir.
Yehova Şahitleri inançları gereği hiçbir koşulda kan ve kan ürünleri verilmesini kabul etmemektedir. Bu nedenle Yehova Şahidi olan hastaların kardiyak cerrahi dahil majör cerrahi girişimlerinde anestezi yönetimi, kan korunması ve sıvı tedavisinin planı önem kazanmaktadır.
Bu olgu sunumunda, aort kapak replasmanı ve redo koroner arter bypass greft cerrahisi geçirmiş olan iki Yehova Şahidi hastadaki anestezi yönetimi aracılığıyla kliniğimizde uyguladığımız kan koruma stratejilerimizi gözden geçirmeyi ve sunmayı istedik.
Cardiac surgery is commonly associated with heavy blood loss and high transfusion requirements on the basis of varieties in surgical types, their being major surgeries, use of cardiopulmonary bypass and institutional differences in the technique, high risk intensive care management and the probability of surgical revision. Cardiac operations consume as much as 10% to 15% of the nation’s blood supply, and evidence suggests that this fraction is increasing, largely because of increasing complexity of cardiac surgical procedures.
Jehovah's Witnesses do not accept blood or blood products under any circumstances on the basis of their beliefs. Therefore, blood conversation strategies are important in Jehovah's Witnesses who are planned to have cardiac surgery.
In this report, we present our experiences in two Jehovah's Witnesses who underwent aort valve replacement and redo coronary artery bypass greft surgery, and we wanted to review the blood conversation strategies in our center.

11.
Scimitar Sendromlu Çocuk Hastada Anestezi Yönetimi
Anesthesia Management of a Child With Scimitar Syndrome
Ahmet Selim Özkan, Mahmut Şahin, Ali Karademir, Mustafa Said Aydoğan, Mahmut Durmuş
doi: 10.5222/GKDAD.2014.241  Sayfalar 241 - 244 (1022 kere görüntülendi)
Scimitar sendromu (SS) anormal pulmoner venöz dönüşün inferiyor vena kavaya veya sağ atriyum içine olduğu, sağ akciğer hipoplazisi, kalp dekstropozisyonu ve sağ pulmoner arterin sistemik dolaşımdan kaynaklanması ile beraber seyreden nadir kompleks bir doğumsal kardiyopulmoner anomalidir. SS, 2/100000 canlı doğumda görülen anormal pulmoner venöz dönüşün nadir bir varyantıdır. Tanıda akciğer grafisinde, kalbin sağ tarafında diyaframa doğru inen anormal pulmoner venin kemerli vasküler gölge işareti (pala işareti) göstermesinden şüphelenilir. Bu hastalarda, solunum problemlerine ilave olan kardiyak sorunlar hastaların anestezi yönetimini önemli kılmaktadır. Biz bu olguda sunumunda, SS'lu çocuk hastada acil bronkoskopi uygulamasındaki anestezi yönetimini ve postoperatif komplikasyonları sunmayı amaçladık.
Scimitar syndrome (SS) is uncommon complex congenital cardiopulmonary anomaly defined by a partial anomalous pulmonary venous return into the inferior vena cava or right atrium incorporated with right lung hypoplasia, cardiac dextroposition and a systemic right pulmonary arterial supply from the systemic circulation. SS is a rare variant of anomalous pulmonary venous return occurring in 2/100000 live births. Diagnosis is suspected on a chest radiograph demonstrating a arched vascular shadow of the anomalous pulmonary vein descending towards the diaphragm along the right side of the heart (scimitar sign). In these patients, cardiac problems added to respiratory problems makes it important in the anesthetic management of patients.In this case, we aimed to present the anesthetic management and postoperative complications of emergency bronchoscopy in pediatric patient with scimitar syndrome.

LookUs & Online Makale